28 Eylül 2014 Pazar

[YORUM #3] KÜRK MANTOLU MADONNA-SABAHATTİN ALİ

KÜRK MANTOLU MADONNA-SABAHATTİN ALİ

''Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında seviyorum...''
Kürk Mantolu Madonna'yı uzun süredir okumak istiyordum açıkçası. Hakkında birçok olumlu eleştiri almıştım. Fakat okunacaklar listem zaten çok dolu olduğu için hakkında fazla araştırma yapmamıştım. Bir gün arkadaşımın büyük ısrarları üzerine okumaya karar vermiştim ve hemen kitapçıya gittim. Kitabı ararken edebiyat öğretmenimle karşılaşmıştım ve biraz kitaptan bahsetmiştik. Bana kitabın kendisinde olduğunu ve verebileceğini söylemişti. Ben de başka kitap almıştım. Her neyse, konumuz Kürk Mantolu Madonna. Öğretmenimden aldığım gün biraz incelemiştim kitabı. Aşkı anlattığını biliyordum. Okumaya başladığımda pek de aşkla ilgili bir şey görememiştim açıkçası. Konuyu kısaca anlatayım hemen:
Konu Raif Bey'in başından geçiyor. Bir insanın aşkı belki de en güzel böyle anlatılabilirdi. Bu kitabın daha uzun olmasını o kadar isterdim ki... Raif Bey'in ve Maria'nın duygularını daha derinden hissetmek isterdim. Raif Bey, babasının isteği üzerine Almanya'ya gidiyor. Ayrıca bu adam çok içine kapanık ve suskundur. Bunu da parantez içinde olarak belirteyim. Bir gün gazetede bir resim sergisinin açıldığını görüyor fakat pek umursamıyor aslında. Sonra dolaşmak için çıktığında o serginin olduğu sokağa geldiğini fark edince girmeden edemiyor. Tüm resimlere dikkatle bakıyor fakat bir resim onu kendinden alıyor. Kürk Mantolu Madonna. Bu resmin karşısında saatlerce duruyor, her gün, her hafta. Aslında olayın böyle devam ettiğini söylemekle yetineceğim. Çünkü bir tık daha anlatırsam kitabın heyecanının kaçacağına eminim. Sadece şunu söylemek istiyorum, ilk elli sayfada gerçekten de sıkılmıştım. Böyle mi devam edecek yani diye düşünüyordum hep. Fakat birden kitap tersine döndü de, yazar ağzımın payını vermiş gibi hissettim. Dediğim gibi, bir aşk belki bu kadar masum ve saf olabilirdi. Sonuç olarak, kesinlikle tavsiye ederim.

Kitaptan aldığım şu son sözlerle birlikte bitirmek istiyorum:
''Şimdi ben gidiyorum fakat ne zaman çağırsan gelirim.'' dedi. Evvelâ ne demek istediğini anlamadım! O da bir an durdu ve ilave etti:
''Nereye çağırırsan gelirim!''



10 Eylül 2014 Çarşamba

[YORUM #2] ALASKA'NIN PESİNDE-JOHN GREEN

ALASKA'NIN PEŞİNDE-JOHN GREEN

''Bu labirentten nasıl çıkacağım?''
John Green'in ilk Aynı Yıldızın Altında kitabını okumuştum. Konusu ve anlatım tarzı hoşuma gitmişti. Bu yüzden diğer kitaplarını da araştırmaya başladım. Alaska'nın Peşinde kitabının kapağı ve ismi çok ilgimi çekmişti. Hemen kitabın arkasını okudum fakat kitabın arkası, kitabın içinde anlatılan olayın yüzde birini anlatıyor diyebilirim. Beklediğimden daha güzel bir kitaptı açıkçası.
Kitabı elime aldığımda ciltli kapağı zaten büyük bir etki bırakmıştı bende. Hemen okumaya başladım. Olayı kısaca anlatayım:
Miles adında asosyal ve bir o kadar da inek bir çocuğun başından geçiyor hikaye. Bu çocuğun en iyi yaptığı şey ünlülerin ölmeden önceki son sözlerini ezberlemek. Bu onun hobisi gibi bir şey. Ailesi bu çocuğu yaz kampına gönderiyor. Burada oda arkadaşı Albay (Lakabıdır) ile çok iyi anlaşmaya başlıyor. Albay, ona da Tıknaz lakabını takıyor. Çünkü son derece zayıf ve ince. Albay, Alaska ve Tıknaz'ın başından geçenler belki de daha güzel anlatılamazdı. Fazla anlatmak istemiyorum çünkü söylediğim her kelime kitabın sonunu tahmin etmenize neden olabilir ve kitabın sonunu öğrenirseniz tahminen okuma isteğiniz kaçar.
Bu kitabı gerçekten de çok sevdim. Nedenine gelince, çünkü beklenmedik şeylerle çok karşılaştım. Örneğin kitabın ismini görünce bir geziyi veya yol macerasını anlatıyor sandım. Fakat kızın isminin Alaska olduğunu öğrenince aklımdaki kurguyu tamamen yıktım ve yeni bir kurgu yaratmaya başladım. Ayrıca okumaya başladığımda nasıl biteceği hakkında pek fikrim yoktu. Kitabın yarısına geldiğimde ''Tamam, kesin böyle bitecek.'' diye düşünmeye başlamıştım. Fakat sonra bir olay meydana geliyor (Olayı söylemek istemiyorum, çünkü söylersem okumanızın bir anlamı kalmaz.) ve yine büyük bir hayrete düşüyorum. Çünkü yine beklemediğim bir şeyle karşılaşıyorum. Hatta bu olaydan sonra verdiğim tepkiyi asla unutamam diyebilirim.
Sonuç olarak bu kitap bende kelimenin tek anlamıyla süper bir etki bıraktı. Hatta son kısmı okuduğum zaman ne kadar duygulandığımı kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Söylemek istediğim şu, kurgu zaten çok farklı. Sürprizler ise peşinizi hiç bırakmıyor. Ve Alaska'nın Peşinde'n sürüklenen bir gencin hikayesi insanı ancak bu kadar etkileyebilir. Mutlaka okuyun, üzerinizde izi hep kalacaktır. Kitabın içinden, Tıknaz'ın bir sözüyle de bitirmek istiyorum:
''İnsanlar yağmur olsaydı, ben serpinti olurdum, o ise kasırga.'' 

Kitap için hazırlanmış bir tanıtım:

İlk içki
İlk şaka
İlk dost
İlk aşk... 



2 Eylül 2014 Salı

[YORUM #1]HASRET-CANAN TAN

HASRET-CANAN TAN

''Hasret, en büyük esarettir.''

Canan Tan'ın kitaplarına ön yargıyla bakmadığımı söylersem yalan söylemiş olurum. İlk olarak ilkokulda ''Yüreğim Seni Çok Sevdi'' kitabınla başlamıştım Canan Tan'a. Fakat liseye kadar başka hiçbir kitabını okumamıştım. Bir gün D&R'de kitaplara bakıyordum. Seçtiklerimiz kısmındaki kitaplara bakmak normalde hiç uyum değildir. Fakat o gün içimden bakmak gelmişti ve girdim. Gözüme Hasret takıldı. Üzerindeki söz dikkatimi çekmedi desem yalan olur. Benim için kitabın içi kadar dışı da etkileyici olmalı. Hemen neyi anlattığını araştırmaya başladım ve ardından okuyucu yorumlarına da baktım. Yorumlar birbiriyle çok çelişkiliydi. Yani bir kitap güzelse olumlu yorumlar fazladır. Güzel değilse olumsuzlar fazladır. Fakat bu kitapta neredeyse aynı orandaydı. Bazıları kitabın Türk filmlerinden farksız olduğunu, klasik bir kurgu işlediğini belirtiyordu. Bazıları ise dilinin çok akıcı olduğunu, tüm kitaplarını sevdiğini söylüyordu. Canan Tan'ı daha önceden de okuduğum için hemen sipariş verdim. Elime almak için sabırsızlanıyordum ve nihayet kargo geldi. O gün hemen okumaya başladım. Olayı kısaca özetlemek istiyorum:
Olay, Kurtuluş Savaşı zamanında, Cumhuriyet öncesi dönemde geçiyor. Bildiğiniz gibi Türk, Kürt, Rum, Çerkez, yani kısaca birçok millet bir arada yaşıyor. Kitap, Müslüman bir bey oğlu olan Tacettin'le bir Rum kızı olan Patricia'nın imkansız aşkını ele almış. Evet, aşkları imkansız çünkü Tacettin'in ailesi eve Rum bir gelin getirmek istemiyor. Hem kız Müslüman değil diye, hem de ülke içi sorunlardan dolayı. Fakat bildiğiniz gibi kalbe söz geçirmek imkansızdır. Tacettin ve Patricia'nın aşkı gün geçtikçe büyüyor. Ve bir gün, evlenmemiş olmalarına rağmen bu aşk meyvesini veriyor ve Patricia hamile kalıyor. Dokuz ayın sonunda da Ali adında bir erkek çocukları oluyor. Tacettin'in ailesinin evlenmelerine izin vermediğini söylemiştim. Onlar bu sorunla uğraşırken Mübadele çıkıyor ve Rumların Yunanistan'a gönderilmesi kararı alınıyor. Patricia'nın burada kalmasının tek yolu, Tacettin'in onu nikahına almasıdır fakat Tacettin bunu yapamıyor. Patricia Yunanistan'a gidiyor...

Daha fazla anlatmak istemiyorum. Hatta şimdi baktım ve gereğinden fazla anlattığımı bile fark ettim. Son sözlerimi de söylemek istiyorum. Olumsuz yorumların aksine ben bu kitabı çok beğendim. Hatta son bölümünde içimin burkulduğunu hissettiğimi söyleyebilirim. Canan Tan, bir aşkı ancak bu kadar güzel anlatabilirdi diyorum. Tavsiye ediyor musun diye sorarsanız, kesinlike, kesinlike, kesinlikle..! Kitaptan aldığım şu son sözle de bitirmek istiyorum:
''Gittin... Bir yemin kaldı aramızda, yarısı senin, yarısı benim...''

Canan Tan'ın sesinden kitabın anlatımı:

''Hasret mi ölüm mü deseler,
Ölümü seçerdi
Tereddütsüz
Hiç gözünü kırpmadan

Ama ona soran olmadı ki...''


Text Widget

Copyright © Şiir Kokan Adam | Powered by Blogger

Design by Anders Noren | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com